Burdur'un Ağlasun ilçesi sınırlarında yer alan Sagalassos Antik Kenti, Roma döneminden kalma antik kentler arasında yer alır. Toros Dağları eteklerinde konumlanmış olan bu antik kentin yaklaşık olarak 1800 metre yükseklikte bulunuyor olması, dikkat çeken özelliklerinden biridir. Sadece tarihi atmosferiyle değil coğrafi konumuyla da konuklarına sıra dışı bir gezi deneyimi sunan antik kent, mutlaka herkes tarafından görülmesi gereken tarihi alanlar arasındadır. Ayrıca ülkemizin en önemli arkeolojik kazı alanlarından biri olarak kabul edildiğini de ekleyelim.
Yapılan incelemelerde Sagalassos Antik Kentinin geçmişinin M.Ö. 3.000'li yıllara kadar uzandığı belirlendi. İlk izler ise Geç Neolitik ve Erken Kalkolitik dönemdeki yerleşimleri gösteriyor. Dolayısıyla bu antik kent, Hititler ve Frigler döneminde de bir yaşam alanı olarak kullanılıyordu. Bir süre sonra geliştirildiği ve Pisidia bölgesinin en önemli kenti haline geldiği de belirlendi. Bu dönem ise Helenistik zamanı işaret ediyor.
Sagalassos Antik Kenti, M.Ö. 333 yılında Büyük İskender tarafından ele geçirilmiş. Bu fetihle birlikte kent, askeri bir alan olarak yıllarca kullanılmış. Roma döneminde ise kentin önemli düzeyde bir zenginleşme içerisine girdiği de bulgular arasında yer alıyor. Bu dönemde oldukça büyük kamusal yapılar kente ilave edilmiş. Bu yapıların Roma İmparatorunun emriyle inşa edildiği düşünülüyor. Çünkü Sagalassos Antik Kenti, Roma İmparatoru Hadrianus tarafından “Pisidia'nın birinci şehri” unvanını aldığı da kayıtlarda bulunuyor.
Her daim prestijli ve ilgi gören bir antik bölge olan Sagalassos Antik Kenti, günümüzde ise tarih meraklılarını ağırlamaya devam ediyor. Gezilmeye değer çok sayıda alanı bulunan antik kent, ziyaretçilerini tarihin tozlu sayfalarına götürmeyi başarıyor.
Tüm dünya genelinde Sagalassos Antik Kentinin bu denli ilgi görmesinin nedeni sadece dönemin en prestijli kentlerinden biri olması değildir. Aynı zamanda dağ kenti mimarisinin en güzel örneklerinden biri olması da önemlidir. Oldukça dik bir yamaca inşa edilmiş olması, bu alanın askeri bir üs olarak da uzun yıllar kullanılmasını sağladı. Çünkü yüksek bir bölgede yer alması savunmanın daha kolay olması anlamına geliyor. Elbette antik kenti günümüze dek ulaşmayı başarmasında da yüksek bir konumda yer almasının payı büyük.
Mimarisinde dikkat çeken detaylardan biri teraslar üzerine kurulan yapılar ile oluşturulmasıdır. Kademeli bir şehir mimarisine sahip olan kentin merkezinde bir agora yer alıyor. Hemen etrafında ise tapınaklar, çeşmeler ve sosyalleşme alanları bulunuyor. Bu alanların tamamı ziyaretçilere açık.
Antoninler Çeşmesi, antik kentin simgesidir. Roma döneminin en seçkin su mimarisi eserlerinden biri olarak kabul edilen çeşme, anıtsal bir yapıya sahip olmasıyla ön plana çıkıyor. Çeşmenin cephe kısmı 28 metre uzunluğunda ve mermer kabartmalar, çarpıcı heykeller ile süslenmiş olması da dikkat çekiyor. Uzun süre sudan mahrum kalan yapı üzerinde 2010 yılında bir restorasyon çalışması yapıldı ve yapının yeniden suya kavuşması sağlandı. Bu arada çeşme, inşa edildiği Roma döneminde kesintisiz bir şekilde su sağlıyordu. Bu da Roma mimarisinin o dönemden bu yana mühendislikle buluşturulduğunun kanıtlarından biri olarak kabul ediliyor.
Antik kent içerisinde yer alan tiyatronun Anadolu bölgesindeki en yüksek rakımlı antik tiyatrolarından biri olduğunu belirtelim. Antik tiyatronun kapasitesi 9 bin kişi ve bu yönüyle de ön plana çıkıyor. Antik kentte ayrıca aşağı ve yukarı agora, meclis binası, kütüphane ve hamam da bulunuyor. Bunun yanı sıra Hadrian Tapınağı ile anıt mezar Heroon da gezilebilir.